23 Eylül 2011 Cuma

Kadın Devrimi... Salı Sallandı...

Taşkınlık çıkartan erkeklerin yerine, kendileri güzel, ruhları güzel ama hepsinden öte hepimizden daha centilmen kadınların maça alınması TFF'nin vermiş olduğu en mantıklı karardı. Seyircisiz maçın vermiş olduğu ruhsuzluk yerine, cümbüş alayı gibi bir maç oldu.


Hoş taşkınlık demişken bir genelleme yaptım. Yoksa Fenerbahçe'nin seyircisiz maç oynama cezası almasının aktörleri TFF ve şanlı basınımızdır, o ayrı bir konu. Gerçi bir yandan da iyi oldu. Fenerbahçe camiasının ne kadar büyük olduğunu yine göstermiş olduk.

Bağdat Caddesi yürüyüşü, Topuk Yaylası ziyareti, Metris'e konvoy... Bunların hiçbirisi basında yeteri kadar boy göstermedi! Birkaç bin kişi ile geçiştirilen Bağdat Caddesi yürüyüşünü, ancak o anı yaşayanlar bilir. Ama bu sefer olmadı, yayıncı kuruluş başta olmak üzere tüm basın mecbur olarak yansıttı bu sevgiyi.

Dünya'da bir ilki gerçekleştirmek yine Fenerbahçe taraftarına düştü. 2 gün önce 35 bin kişiye oynayan Galatasaray tribünleri acaba salı akşamı ne düşünmüştür? Fenerbahçeli bayanlar taşın altına elini koydu ve camiasına sahip çıktı. Eğer bayanlara giriş serbest ise o stad dolmalıydı, normal günlerde olduğu gibi.

Eminim ki o biletler 100 TL'den satışa çıkarılmış olsaydı yine aynı yoğunluk olacaktı. Yine bayanlarımız o stadın kapısını kırarak gireceklerdi mabede. Belki erkekler gibi yüksek çıkmıyor sesleri, belki marşları hep bir ağızdan söyleyemiyorlar, belki de bir çoğu ofsaytın ne olduğunu bilmiyor. Ama ne fark eder yan hakem de bilmiyordu ki!!!


Evet staddan yükselen ses futbol tarihine vuvuzela gibi bir etki bıraktı. Ama kulakları tırmalarcasına değil, tüyleri diken diken edercesine. O akşam, Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda bir futbol maçı oynanmadı. O akşam kadınların devrimi yaşandı. Bu takıma sahip çıkıyoruz diye haykırdı kadınlarımız.

Ofsaytın ne olduğunu bilmeyin, gidin rakibi kendi takımınız sanıp alkışlayın ne farkeder. Siz o koskocaman yüreklerinizle dünya futbol tarihine geçtiniz.

Hepinizin yüreğine sağlık.

12 Eylül 2011 Pazartesi

Milli Forma!!!

Milli takım bir sporcu için ne kadar önemli ve kutsalsa, milli forma da o derece önemli ve kutsaldır. Milli formayı gördüğünde dahi etkilenmeli insan.

Her ülkenin kendisine özgü milli forma şekli-deseni vardır. Yıllar geçse de, teknoloji ilerlese de, moda değişse de o forma değişmez. Türk milli takımı yıllar sonra yanlışından döndü ve göğsündeki ay-yıldızlı formasına tekrar kavuştu. Ayrıca bizim milli takımımızın bir özelliği -ki sanırım dünyada tek- diğer ülkeler gibi formasında federasyonun armasını taşımaz, bayrağını taşır.

Tüm branşlarda kırmızı, beyaz ağırlıklı formalarımız var. Bazen siyah, bazen turkuaz renkli milli formalarımız da var. Futboldan sonra basketbol milli formamız da kendimize özgü, sade ama bizim. Her turnuvada hemen hemen aynı formayı giydiğimizi görebilirsiniz. Keza atletizm formalarımız, güreş ve halter mayolarımız. Mavidir, kırmızıdır ama hepsinin göğsünde bayrağımız vardır.

Gel gelelim ki voleybol milli takımımızın formaları hemen hemen her turnuva farklılık gösteriyor. Malesef ki her geçen turnuva formamızın çirkinliği de artıyor. Hayır kime yaptırtıyorlar, kim dizayn ediyor... En vahim soru ise şu; bu formaları kim, nasıl beğeniyor da üretilmesine izin veriyor.



Filenin sultanlarına da, filenin aslanlarına da (ki daha önceden efeler diye anılıyorlardı) bu formalar yakışmıyor.

Yanlış Giden Bir Şeyler Var...

EuroBasket 2011 bizim için bitti. Farklı kazandığımız Portekiz ve Büyük Britanya galibiyetlerinden sonra hedef olarak konulan 2012 Londra Olimpiyatları'na katılım hakkının kazanılmasının da üzerine çıkıp madalya şansımız çok yüksek olarak görülüyordu.

Ardından gelen Litvanya mağlubiyeti ev sahibi takıma karşı oynadığımız için maruz görüldü. Hakemler tarafından katledilen Polonya maçı ile gelen mağlubiyet, tehlike çanlarını duymamıza sebep oldu. Son maçta Büyük Britanya'nın kıyağı ve son çeyrekte yaptığımız muhteşem savunma ile sadece 2 sayı yediğimiz İspanya maçı sonrası üst gruba çıkarak hedeflerimiz doğrultusunda ilerlemeye devam ediyorduk.


2. turda arka arkaya gelen Fransa, Almanya ve Sırbistan mağlubiyetlerinin ortak noktası şuydu; oyundan tamamen kopulan bir çeyrek, oyuna ortak olmak için muhteşem oynanan öbür çeyrek, girmeyen faul atışları ve sokulamayan son top. Basketbolda Türk ekolü diye bir kavram oluşması için yıllardır uğraş veriliyor. Yıldızlık seviyesi ne olursa olsun takım içinde huzursuzluk çıkartan, verim alınamayan oyuncuları gönderip, genç, kabiliyetli ve başarıya aç oyuncuların çok olduğu bir takım kuruldu. Yeni jenerasyonun yanında tecrübeli abileriyle turnuvalar oynandı. Başarısız her turnuva sonunda bu takımın daha iyi yerlere geleceği söylendi.

Ki geldi de... 2010 yılında Dünya Şampiyonası'nın ülkemizde yapılıyor olmasından dolayı ev sahibi ülke avantajını çok iyi kullanmamız, takımların NBA yıldızlarının turnuvaya katılmaması gibi etkenleri de göz önünde bulundurarak, yıllardır emek verilen kadro ilk meyvesini verdi ve Dünya 2.si apoletini omuzuna taktı.

Bu takımın kurulmasında çok büyük emekleri olan, tedavisini yarım bırakarak tek bir antreman dahi kaçırmayan, yer yer çok eleştirilen fakat herşeye rağmen milli takımın daha önce kazanamadığı başarıları kazandıran Tanjevic'in ardından Orhun Ene'yle yeni bir başlangıç yapan 12 Dev Adam malesef Litvanya'dan hüsranla döndü.


Semih Erden'in yokluğunu ribaund bakımından kapatan, sayı bakımından ise daha yukarılara taşıyan Enes Kanter ile aşan, geçen sene neredeyse sayı dahi atamayan Barış Ermiş'in yerine 1-2-3 poziyonlarında oynayabilen ve takıma büyük katkı sağlayan Emir Preldzic ile takviye eden 12 Dev Adam'ın bu turda elenmemesi gerekiyordu ama malesef buraya kadarmış.

Ülkemizde yapılan 2001 Avrupa Şampiyonası'nda kazandığımız 2.lik ve 2010 Dünya Şampiyonası'nda kazandığımız 2.likten başka malesef herhangi bir başarımız yok. Ya zirvedeyiz ya da en dipte.


Yunanistan, İspanya, Almanya, Fransa, Rusya, Litvanya hemen hemen her turnuvada ilk 8'in içinde. Bu takımların herhangi birisi çeyrek final öncesi elendiğinde büyük şaşkınlık yaşanıyor. Ama bizde durum çok daha farklı... Başarılı olduğumuzda da herkes şaşırıyor, başarısız olduğumuzda da... 

Diyorum ya yanlış giden bir şeyler var...

Gidenlerin Ardından

104 yıllık tarihinde maruz kaldığı en büyük suçlamayla sarsılan Fenerbahçe'ye, kuşkusuz en büyük kazığı TFF attı. Soruşturma süreci boyunca Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nde mücadele edeceğini söyleyen federasyon, kura çekiminden 1 gün önce Fenerbahçe'yi Avrupa'ya göndermeme kararı aldı.

Topu UEFA'ya atan TFF olaydan sıyrılmak isterken, UEFA'nın topu TFF'ye atması üzerine sıkıntılı dönemler geçirmeye başladı. Dava başladığında ve Fenerbahçe'nin suçsuz olduğu anlaşıldığında ise nasıl bir oyuna alet olduklarını anlayacaklar.


Başlı başına bir tartışma konusu, neyse ki konumuz bu değil. Fenerbahçe'nin bu sıkıntılı dönemlerinde yönetim mantıklı bir karar vererek küçülmeye gitti. Talibi olan yabancı futbolcular bir bir satılmaya başlandı. Henüz resmi maç oynayamadan satılan Emenike, ardından geldiği günden beri eleştiri oklarına maruz kalan okçu Guiza.

Daha sonra takımın sembol isimleri arasında olan ve Copa America şampiyonu Uruguay'ın kaptanı Lugano, Brezilya milli takımının sol kanat oyuncusu, geldiği günden beri inişli-çıkışlı grafik sergileyen fakat devamlı kendini geliştiren ve transfer olacağı kesin olan Andre Santos. En son olarak, geçen yıl gelen şampiyonlukta büyük payı olan, uzun zamandır Fenerbahçe taraftarının istediği forvet özelliklerine sahip Niang.


Geçen sene Karabük formasıyla fırtınalar estiren, tüm büyük kulüplerin gözdesi Emenike'yi transfer ederek hücum hattını güçlendiren, yırtıcı ve güçlü bir forvet transferiyle forvet hattında kafasında soru işareti kalmamış bir Fenerbahçe... La Liga gol kralı, Fenerbahçe'de vasatı bir türlü aşamayan, geçen sezon sadece 1 gol atan ama attığı o golle Fenerbahçe'yi ipten alan Guiza...

Fenerbahçe tarihinin gelmiş geçmiş en etkili stoperlerinden, hırslı ve sert futbolu ile taraftarın gözdesi, rakiplerin korkulu rüyası, 2010 Dünya Kupası'nda gelen 3.lükten sonra Copa America'yı da kaldıran Uruguay'ın kaptanı, melek yüzlü şeytan, Chucky Lugano... Avrupa'da hangi takıma koyarsan koy sırıtmayacak, Brezilya milli takımının sol kanat oyuncusu, defans oynamasına rağmen istatistiklere baktığınızda Arda'dan daha fazla gol ortalamasına sahip Andre Santos... 31 yaşında olmasına rağmen uzun yıllardır Fenerbahçe taraftarının beklediği gibi yetenekli, güçlü, gole aç, takıma hemen adapte olan Niang...



Kolay değil, ilk 11 oynatabileceğiniz 5 yabancıyı aniden göndermek. Fenerbahçe bu transferlerden yaklaşık 30 milyon Euro gelir sağladı. Fakat bu sezon bu kadroyla kazanacakları çok daha fazlasıydı.

Geri dönen Yobo, sol kanat Ziegler ve etkili forvet Bienvenu ile yine başarılar elde edilecektir fakat uzun süre sonra kurulan mükemmele yakın kadronun entrikalar sonucu çarçur edilmesini tarih asla unutmayacaktır.

1 Eylül 2011 Perşembe

Adam Olacak Çocuk-2; Emir Preldzic

2007 senesinde Tanjevic'in milli takım antrenörlüğünün yanı sıra, Fenerbahçe Ülker'in de başına geçmesiyle takıma dahil olan Emir Preldzic henüz 20 yaşında olmasına rağmen "yeni Bodiroga" diye anılmaya başlanmıştı.


Bosna Hersek asıllı Sloven basketbolcu Emir Preldzic, Tanjevic'in desteği ile gün geçtikçe kendisini geliştirdi. 1-2-3 pozisyonlarında rahat rahat oynayabilen, içeri penetrelerden kaçınmayan, oyun kurabilen Emir, Türkiye adına milli formayı giymeyi istediğini söylediğinde Sloven yetkililerle kriz yaşandı. Uzun uğraşlar sonucu Fiba ve Slovenya Basketbol Federasyonu'ndan gerekli izinler alındı ve Emir milli takımda Mirsad Türkcan'ın forma numarası olan 6 numarayı sırtına geçirdi.

EuroBasket 2011 grup maçlarında Portekiz ve Büyük Britanya karşısında istenilen performansı gösterdi.  Büyük Britanya karşısında benchten gelerek 15 sayı, 4 ribaund ve 6 asistlik performansının yanı sıra, maçı tümüyle izlediğinizde takıma sağladığı katkı gayet açık bir şekilde görülmekte.


Milli takımda kalıplaşmış 8-9 oyuncunun yanı sıra genellikle hiç süre almayan 2-3 oyuncu takviyesiyle 12 kişilik kadro tamamlanmaktaydı. Bu sefer olay çok farklı. İzzet Türkyılmaz hariç herkes ilk 5 oynayabilecek kapasitede.

Emir şuan yedek fakat yeri geldiğinde Kerem Tunçeri, Ömer Onan, Hidayet Türkoğlu ve hatta Ersan İlyasova'nın yerine girdiğinde sahada sırıtmayacak şekilde oynuyor. İnanıyorum ki turnuva devam ettikçe Emir'in performansı daha da artacak, ayrıca yıllarca milli formayı sırtından çıkartmayacak.

Güle Güle 27

Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sol kanat oyuncusu Roberto Carlos'un Fenerbahçe'ye transferi hem Fenerbahçe hem de Türk futbolu için büyük reklam malzemesi oldu. Fenerbahçe'ye yaptığı katkı tartışılsa da böyle büyük bir futbolcunun Süper Lig'de yer alması ligin imajı için büyük önem taşıyordu.

Dimas'tan beri sol kanatta her zaman sıkıntı yaşayan, yılların stoperi sağ ayaklı Ümit Özat'ı sol kanat oyuncusu olarak oynatan Fenerbahçe dünyanın en iyi sol kanat oyuncusuyla sözleşmesi bittikten sonra yerine kaliteli bir futbolcu aramak için Aykut Kocaman'ı Brezilya'ya göndermişti. Görüşmeler sonucunda Fenerbahçe, Brezilya milli takımının sol defans oyuncusu Andre Santos'u renklerine bağladı.


Geldiği günden beri devamlı eleştirilen, yeri geldiğinde antrenörle anlaşamayan, sezon öncesi kampa 10 kilo fazlalıkla gelerek eleştiri oklarını yine üzerine çeken ama asıl mevkisi defansın solu olmasına rağmen sol açık oynatılırken, mevkisinde hiç sırıtmayarak takımına devamlı katkı sağlayan Andre Santos kariyerini Arsenal'de sürdürecek.

Türk futbolunun altın çocuğu, yeni Metin Oktay diye lanse edilen Arda Turan'ın ligde oynadığı 144 maçta attığı  26 gole karşılık, devamlı eleştirilen defans Andre Santos ligde oynadığı 40 maçta 13 gol attı.

Oynadığı 2 sezon boyunca başarılı performans sergileyen Andre Santos'a katkılarından dolayı teşekkür ederiz. Sistem takımı Arsenal'de kendisine her zaman yer bulacağından ve başarılı olacağından hiç şüphem yok. 90+4'te Gaziantepspor'a attığın o golü asla unutmayacağız, güle güle Andre.