Basının şike operasyonu ile başlattığı linç girişimi, Aziz Yıldırım'ın tutuklanmasıyla had safhaya ulaştı. Serdar Adalı ve Tayfur Havutçu da içeri alındığında biraz durgunluk yaşandı. Ama toplumumuzda sıkça yaşadığımız "düşene bir tekme de sen at!" sloganı ile Erman Toroğlu savcılığa suç duyurusunda bulundu.
Aziz Yıldırım'ın kendisini kovdurduğu yönünde şikayetçi olmuş. Madem şikayetçi olacaktın, neden bugünleri bekledin? Aziz Yıldırım'ın seni kovdurduğuna dair her hangi bir delilin var mı?
Şike operasyonu için ; "Bu operasyon son 50 yıldır Türk futboluna yapılan en büyük iyilik. Daha çok enteresan şeylerle karşılaşacağız. Umarım sağlıklı kararlar alınır. Türk futbolu 40 yıldır hastaydı." dedi ve ekledi "20 sene futbol oynayıp 10 sene hakemlik yapınca kimin ne yaptığını görebiliyorum"
Türk futbolunun son 50 yılını şaibeli ilan eden Erman Toroğlu, yaptığı açıklamayla 30 yılını şaibeli Türk futbolunun içinde geçirdiğini de açıklamış oldu.
Sütten çıkmış ak kaşık edalarıyla maddi ve manevi tazminat davasına hazırlanan Erman Toroğlu, acaba büyük Fenerbahçe camiası bu bunalımlı dönemden alnının akıyla çıktığında neler yapacak çok merak ediyorum.
Tarihler 22 Ekim 1964'ü gösterirken eski Yugoslavya'nın Hırvatistan bölgesinde yer alan Sibenik şehrinde bir efsane doğuyordu. Fakir bir mahallede yetişen ve tenekelerden yapılan potalarda basketbol oynayan Drazen, çelimsiz yapısı nedeniyle abisi tarafından alay konusu oluyordu. Topu potaya yetiştiremeyen Drazen insan üstü bir gayretle sadece şut çalıştı. Okula gitmeden önce, ders aralarında, okuldan sonra, idmandan önce-idmandan sonra... Antrenörü bile "başka işin yok mu senin" dediğinde "ben buna aşığım" cevabını veriyordu.
Doğduğu şehrin takımı Sibenka'da profesyonel hayatına başladı, bu sıralarda abisi Alexander ise Hırvatistan'ın en iyi takımı Cibona'da oynuyordu. İlk karşılaşmaları Drazen henüz 18 yaşındayken gerçekleşti ve tabiki Sibenka salondan galibiyetle ayrılan taraf ve Drazen sahanın yıldızıydı.
Sibenka'da geçen 2 yılın ardından bu çelimsiz basketbolcunun adı tüm Yugoslavya'da kulaktan kulağa yayılmaya başlamıştı. Bunca yıllık Yugoslav ekolü, bunca başarılar ve yıldızlar çıkartan Yugoslav ekolü bir yıldız daha çıkartıyordu. Bu genç, çelimsiz Yugoslav tüm Avrupa'yı sallayacak, NBA'ye giden ilk Avrupalı olacaktı.
Sibenka ile 2 kez Avrupa finali oynayan ve kaybeden Drazen, ardından tüm Avrupa'ya adını duyuracağı Cibona'ya transfer oldu. Cibona'da oynadığı 4 yıl içerisinde kaldırmadık kupa bırakmadı. 1 Yugoslavya şampiyonluğu ve 2 finali, 3 Yugoslavya kupası, 3 Avrupa Kupası ve 1 finali, kariyer olarak Avrupa'nın dışına taşması gerektiğini gösteriyordu.
1980 yılında milli takım düzeyinde kazandığı ilk başarı olan Balkan gençler şampiyonasının İstanbul'da yapılmış olması, bizler için ayrı bir gurur kaynağıdır. Yine bu yıllarda Yugoslavya milli takımı ile olimpiyatlarda elde edilen 1 gümüş 1 bronz, dünya şampiyonasında kazanılan 1 altın 1 bronz, avrupa şampiyonasında kazanılan 1 altın 1 bronz bir basketbolcunun kariyerinde ulaşabileceği en üst noktalardan biridir. Üstelik Yugoslavya milli takımı ile elde edilen son başarı olan 1990 dünya şampiyonasında yaşı henüz 26 idi.
Basketbolu o kadar sanatsal oynuyordu ki artık ona Amadeus yani Wolfgang Amadeus Mozart diye hitap ediliyordu. 1988 yılında Cibona-Real Madrid Koraç Kupası finalini her ne kadar Real Madrid kazanmış olsa da ilk maçta 21, ikinci maçta 47 sayı atan Drazen gönüllerin şampiyonu oluyor, Real Madrid ertesi sene bu çelimsiz Yugoslavı transfer ediyordu. İnanılmaz fundamentalı ve muhteşem şut yüzdesini geliştirmek için her antrenman sonunda o günkü ruh haline bağlı olarak 500-1000 arası şut sokmadan antrenmanını bitirmiyordu. Real Madrid'de geçirdiği 1 sene boyunca İspanya finali, İspanya kupası şampiyonluğu ve Avrupa kupası şampiyonluğunu elde ediyordu. 14 Mart 1989 tarihinde Atina'da Avrupalılara son resitalini vermiş ve Oscar Schmidt'e karşı muhteşem bir performans sergileyerek Real Madrid'i Caserta önünde şampiyonluğa taşımıştır.
25 yaşındaki Yugoslav sadece Avrupa'yı değil tüm dünyayı sallıyordu ve Avrupalı basketbolculara burun kıvıran NBA yönetimi bu müthiş yeteneği transfer etmek için kolları sıvıyordu. 1989 yılında Portland Trail Blazers'a transfer olan Amadeus burada istediğini bulamadı. 2 sene boyunca Clyde Drexler'ın arkasında benchte yer alan Drazen sırf gururundan dolayı Avrupa'ya geri dönmedi ve New Jersey Nets'e gönderildi.
Zaten ne olduysa 1991 yılında transfer olduğu Nets'te oldu. Forma şansı bulduğu ilk yılda 20.6 sayı ortalamasıyla oynadı. Drazen artık gerçek gücünü gösteriyor, tüm NBA'ye ve yıldız oyunculara kendisini ispat etmeye başlıyordu. Tam bu sırada savaş başladı. 2. Dünya Savaşı'ndan beri bir arada yaşayan Yugoslavlar birbirleriyle çatışıyor ve ülke parçalara bölünüyordu.
1990 dünya şampiyonası finalinde sahaya giren bir taraftarın elindeki Hırvat bayrağını alıp yere atan Divac, Petrovic'in ve takımdaki diğer Hırvatların tepkisini çekiyordu. Sırpların Hırvatlara savaş ilan etmesiyle başlayan parçalanma milli takımda da kendini göstermeye başlıyor ve bir zamanlar aralarından su sızmayan Sırp Divac ile Hırvat Petrovic artık hiç bir şekilde görüşmüyorlardı.
1992 Barcelona Olimpiyat oyunlarına Hırvatistan katılıyor ve Petrovic'in önderliğinde bulunan Hırvat takımı finale doğru uzanıyordu. Savaş henüz devam etmekte, Hırvatistan bağımsızlığını ilan etmiş fakat Balkanlarda istikrar sağlanamamıştı. Hırvatistan olimpiyatlara reklam amacıyla gitmiş ve bayrağını ilk kez dalgalandırmak istemişti.
Yarı finalde rakip S.S.C.B. son 1,5 dakika ve Sovyetler 6 sayı önde. Fark kapanıyor ve 9 saniye kala Drazen 2 serbest atış kullanıyor. O an için "tüm Hırvatistan ellerimde gibidiydi.,kaçıramazdım" diyor. Finalde rakip Dream Team. Drazen elinden geleni yapıyor fakat olmuyor. Cayır cayır yanan bir coğrafyadan olimpiyat ikincisi çıkıyor, Drazen yine herkesin gönlünü fethediyordu.
Drazen 1993 sezonunda istatistiklerini arttırarak kariyerinde emin adımlarla yükselmeye devam ediyordu. Nets üst üste 2 kez play-offlara kalıyordu. Başarılı geçen bir sezonun ardından hedef Avrupa şampiyonasıydı ve Petrovicli Hırvatistan en büyük favori idi.
Frankfurt aktarmalı Zagreb uçağı ile ailesinin yanına dönecek olan Drazen, sevgilisini görmek için Münih'e geçti. Sevgilisinin kullandığı araç yağışlı hava nedeniyle kontrolünü kaybederek tırın altına girdi ve emniyet kemeri takılı olmayan Drazen aracın camından fırlayarak feci şekilde can verdi.
Henüz 29 yaşında olan ve kariyerini gün geçtikçe geliştiren, namı tüm dünyada bilinen, Avrupa'nın gelmiş geçmiş en büyük basketbolcusu olarak tanınan Drazen yapacağı daha çok şey olmasına rağmen trafik kazasında hayatını kaybetti. Cenazesine 500.000 insan katıldı. O yılki NBA finali saygı duruşuyla başladı. New Jersey Nets, Petrovic'in 3 numaralı formasını emekli ederek salona astı.
Eğer yaşasaydı NBA efsaneleri arasında adını altın harflerle yazdıracak, tanıdığımız çoğu efsane arasında kendisine en yukarılarda yer alacak bir basketbolcuydu. Sabonis, Kukoc, Divac, Stojakovic, Nowitzki gibi Avrupalıların NBA'de efsane olmalarının kapısını açan Petrovic'in adı Cibona Zagreb'in maçlarını yaptığı salona verilmiştir. Ayrıca Zagreb'de müzesi bulunmaktadır.
Aşağıdaki video Drazen Petrovic'i çok iyi anlatıyor.
2. Dünya Savaşı'nın hemen ardından 1945 yılında kurulan, Güney Slavları Ülkesi anlamına gelen Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti 6 sosyalist cumhuriyet ve 2 sosyalist özerk cumhuriyetten oluşmaktaydı. Hepimizin hatırladığı savaş sonunda ortaya çıkan devletler şöyledir.
Sosyalizmle yönetilen tüm ülkeler sporun bütün branşlarına büyük yatırımlar yapmış ve büyük sporcular yetiştirmiştir. Yugoslavya da özellikle basketbol ve futbola büyük yatırımlar yapmıştır. Günümüzde futbolda Brezilyalıların üstünlüğü bulunurken 1960-1980 yılları arasında Yugoslav futbolcular tüm Avrupa'ya yayılıyor ve hemen hemen her ligde adlarından söz ettiriyordu.
Oyuncularını ihraç eden Yugoslavya bir türlü futbolda istenilen başarıyı elde edemiyor ve bir türlü uluslararası turnuvalarda kupa kaldıramıyordu. Ama basketbolda durum farklıydı. Avrupa'nın en iyi basketbolcuları yine Yugoslavlardı, üstelik milli takım başarıya doymuyordu.
-Dünya şampiyonasında kazanılan 5 altın, 3 gümüş, 2 bronz madalya
-Avrupa şampiyonasında kazanılan 8 altın, 5 gümüş, 4 bronz madalya
-Olimpiyatlarda kazanılan 1 altın, 5 gümüş, 1 bronz madalya
ne demek istediğimi anlatıyor diye tahmin ediyorum. Slav ırkının genlerinden gelen uzun boy büyük avantaj sağlıyordu. Üstelik yapılan büyük yatırımlar sonucu çok çalışmanın meyvesini yukarıdaki tabloda görebiliyorsunuz.
İyi top sürebilen uzun oyunculardan kurulu Yugoslav ekolü fundamental oyun esasına göre oynanıyordu. Sahanın her alanında var olan, top alan, top getiren oyunculardan kurulu takımlar ve bu oyuna göre yetiştirilen oyuncular tüm dünyada ses getiriyordu. Zeki oyunlarına örnek olarak, müdafa yapamadıkları an yapılan tatlı-sert faul tüm dünyada yankı bulmuş ve adı Yugoslav faulü olarak tarihe geçmiştir.
Euroleage'de 4 altın, 2 bronz alan Yugoslav kulüplerinin takım başarısı gün geçtikçe düşerken, Yugoslav basketbolcular ise oynadıkları takımın yıldızı olmaya devam ediyorlardı.
Bunların başında NBA'ye transfer olan ilk Avrupalı basketbolcu ünvanına sahip Drazen Petrovic gelmekteydi. Avrupalı basketbolculara NBA kapısını açan Petrovic tüm NBA'yi kasıp kavuruyordu. Onunla aynı dönemde Yugoslav milli takımında oynayan Vlade Divac, Toni Kukoc gibi efsanelerin isimleri unutulmayanlar arasına çoktan yazıldı bile.
Siyasi ve politik anlaşmazlıklar sonucu Avrupa'nın göbeğinde büyük katliamlar yaşanmış ve ülke paramparça olmuştur. Haliyle efsane takım da dağılmış, Yugoslav ekolünü devam ettirmeye çalışan ülkeler hiç bir zaman eski günlerin yanından geçememiştir. Yugoslavya'nın kazandığı son başarı olan 1990 Dünya Şampiyonası'nda yaşanan bayrak krizi belki de geleceğin habercisi idi.
2. Dünya Savaşı ile başlayan ve Boşnakların katliamı sürecinde hızlanan Balkanlardan Türkiye'ye göç sayesinde Türk milli takımında da bir çok Yugoslav asıllı basketbolcu yer almıştır ve hala da almaktadır. Hüseyin Beşok, Hidayet Türkoğlu, Mirsad Türkcan, Asım Pars, Semih Erden, Ömer Aşık, Ermal Kurtoğlu gibi isimler Türk basketboluna damga vurmuştur.
Drazen Petrovic, Vlade Divac, Toni Kukoc gibi yıldızlar yetiştiren Yugoslav basketbolü meyvelerini vermeye devam ediyor.
Yugoslavya dağılsa da hala Yugoslav ekolünü yaşatan 7 ülke var. Basketbol hızlı oynanmaya devam ettikçe Yugoslav ekolü de devam edecektir. Hız, kabiliyet, güç, ribaund tek başına hiç bir şey. Fakat hepsi bir arada olduğunda işte buna Yugoslav basketbolu diyoruz.
Muhakkak hatırlarsınız. O dönemde ne büyük olay olmuştu. KKTC asıllı doğma büyüme İngiltereli Muzzy lakaplı Mustafa İzzet için Türk ve İngiliz futbol federasyonları birbirine girmiş, bu genç yeteneği kapmak için büyük uğraşlar vermiş ve sonunda gülen taraf biz olmuştuk.
Chelsea alt yapısında futbola başlayan Londra doğumlu Muzzy, 1996 yılında Leicester City'ye transfer olduğunda ne takımdan ne de futbolcudan habersiz bizler, Mustafa Denizli'nin kendisini Euro 2000 öncesi milli takıma davet etmesi sonucu hayatımıza sokmuştuk. İngiltere'de gelecek vaadeden futbolcular listesinde yer alan, özellikle asistleriyle dikkat çeken Muzzy aynı dönemde İngiltere milli takımı yerine bizi seçtiğine bin pişman olmuştur diye düşünüyorum.
Premier League tarihinde üst üste 2 kez asist kralı olmayı başaran tek futbolcu ünvanına sahip Muzzy, sevgili halkımın "yahu İzzet diye soyadı mı olur" diye tartışadururken nedense 2002 Dünya Kupası finallerinden sonra bir daha milli takıma davet edilmemiş ve bir yıldız henüz parlayamadan sönmüştür.
Şike soruşturmasında tüm Fenerbahçe taraftarları aynı soruyu soruyor. Rıdvan nerede?
Tüm camianın gurur duyduğu, Fenerbahçeliliğiyle bilinen, Aykut'un kadim dostu, başkanın hep yanındaki isim Rıdvan Dilmen nerede? Ne yorum yapıyor, ne de yazı yazıyor. Son yazısını soruşturmadan hemen önce yazmış ve sonrasında tam anlamıyla sırra kadem basmış.
İnsan istemeden düşünüyor, acaba Rıdvan da bu oyunun parçası mı... Yeni kamuoyunu yaratacak aktörlerden birisi o mu olacak?
Malumunuz üzere şike soruşturması kapsamında yapılan gözaltıların 1. dalgasında başta Aziz Yıldırım olmak üzere hem Fenerbahçe Kulübü'nden hem de Sivasspor ve Eskişehirspor başta olmak üzere bir çok kulüp yöneticisi, futbolcusu ifadeleri alındıktan sonra gözaltına alınarak tutuklu yargılanmak üzere Metris Cezaevi'ne gönderildi.
Bunu fırsat bilen basın, tabir-i caizse yemek yediği kaba pisleyerek inanılmaz bir linç kampanyası başlattı ve daha davası bile başlamamış olan Aziz Yıldırım'ı suçlu ilan ederek takımı alt lige düşürdü, Avrupa kupalarından da bilmem kaç sene men etti.
Ligin 2. yarısındaki muhteşem çıkışıyla son 19 maçının 18ini kazanarak, rakibiyle olan 9 puanlık farkı kapatan Fenerbahçe'ye karşı rakip takımların nasıl canla başla oynadıkları malum. Büyük takıma karşı mücadele ederek oynamak gayet normal fakat Fenerbahçe'ye kök söktüren takımların 2 hafta sonra Trabzonspor'a bariz bir şekilde yatmaları şike soruşturmasına takılmazken, son hafta 4-3 kazanılan Sivasspor maçı ve Eskişehir'de oynanan Eskişehir-Trabzon maçları inceleniyor.
Ergenekon davasında olduğu gibi delil olmadan suçlular ilan ediliyor, emniyet bir takım görüntüler yayınlıyor, bir evde bulunan silahları basın Aziz Yıldırım'ın evinden çıkmış gibi haber yapıyor. Günümüzde iktidara muhalefet eden bir çok gazeteci silahlı terör örgütü kurup yönetmekle suçlanırken, bu görüntüler nankör medyaya bal-kaymak gibi geliyor.
Nisan ayında çıkan yasa gereği açılan soruşturmanın teknik takibi 8 ay önce başlıyor, lig şampiyonu tescil ediliyor ve seçim biter bitmez ilk iş olarak düğmeye basılıyor. Bugüne kadar gelen her hükümet, her görüş kendi kamuoyunu yaratmak istemiştir. 3. dönemde de tek başına hükümet olmanın vermiş olduğu öz güvenle AKP tabir-i caizse kendi devletini oluşturuyor. Kendi medyasını oluşturan, tüm sendika ve odaları ele geçiren, yargıyla olan savaşı kazanarak yüce divan dahil tüm yüksek mahkemelere kendi adamlarını getiren, orduyu yavaş yavaş tasviye eden, kendi zenginlerini oluşturan hükümet sonunda spora da el atmış durumda.
Fenerbahçe başkanı demek, protokollerde önde olmak demek, itibar demek, etiket-kartvizit demek. Fenerbahçe başkanlarının bugüne kadar siyaset ve özellikle de genel kurmay başkanlarına yakın olduğu bilinir. Aziz Yıldırım'ın Nato müteahiti olması nedeniyle yasal olarak, devletin en büyük şirketi olan genel kurmaya silah satmasından dolayı ilişkileri iyidir.
Savcıların, dolayısıyla hükümetin Fenerbahçe'nin şike yapıp yapmadığı umurlarında bile değildir. Bu operasyonun yapılmasındaki tek amaç Fenerbahçe başkanlığı gibi bir mevkiyi ele geçirerek Türkiye'nin en büyük sivil toplum kuruluşunu ele geçirmek. Bu yolla silah ihalelerini de yandaş zenginlere vererek yıkılmayan son kale Fenerbahçe kullanılmaktadır.
Aziz Yıldırım'ın bu yasal bağlantılarını kendilerine çevirmek isteyenler Fenerbahçe başkanlığına kendilerinden birini getirmek istiyorlar. Fakat her zaman Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalan Fenerbahçe Spor Kulübü ve delegeleri arasından böyle bir aday çıkartmanın mümkün olamayacağından dolayı demokratik yöntemler işe yaramayacaktı. Bundan dolayı yapılacak tek bir şey var, o da ilk önce Aziz Yıldırım'ı sansasyonel bir şekilde koltuğundan indirmek ve uzun süre hapiste yatmasını sağlayacak suçlamalarla ekarte etmek gerekiyordu.
Şike operasyonu ile içeriye alınan Aziz Yıldırım bu davadan alnının akıyla tertemiz çıkacaktır. Fakat uzun sürecek olan davada, bir çok farklı olay dahil edilerek aynen Ergenekon davasında olduğu gibi iddianameler birleştirilerek içinden çıkılmaz bir hal alacak, en iyimser tarih olarak 10 yıl tutuklu kalarak kamuoyundan silinmesi sağlanacak.
Bu arada boş durulmayacak tabi. Başkanlığın en büyük adayı Mehmet Ali Aydınlar apar topar federasyon başkanı yapılacak, bu arada kulübe büyük yatırımlar yapan Murat Ülker'in ismi alttan alttan zikredilmeye başlanacak, gerekli kamuoyu oluşturulduktan sonra da Fenerbahçe başkanlığına geçirilecek. Böylelikle bisküvicilikten medya patronluğuna geçiş yapan İmam'ın askeri Ülker grubu hem en büyük sivil toplum kuruluşunu, hem endüstriyelleşen futbol sayesinde Türkiye'nin en büyük şirketini, isminin önündeki sıfatla büyük itibar ve silah ihalelerini alacak.
Buraya kadar her şey iyi planlanmış bir oyunun parçaları, yapboz yavaş yavaş oluşuyor. Fakat büyük Fenerbahçe taraftarı her zaman olduğu gibi bu yanlışa dur dedi. Aziz Yıldırım yönetiminde taraftarın yarısı başkanı severken, diğer yarısı nefret ediyordu. Fakat bu gözaltı tüm taraftarı birbirine kenetledi, omuz omuza hareket etmesini sağladı. Kimsenin emri olmadan, kendi aralarında 2 gün süresinde sanal ortamdan duyurarak muhteşem bir gösteri düzenledi. 2 günde toplanan kalabalık Cumhuriyet mitinglerini aratmayacak denklikteydi, üstelik herkes olayın iç yüzünü biliyor, bu operasyonun okyanus ötesi bir oyun olduğunun farkındaydı.
Büyük Fenerbahçe camiasını ana muhalefet partisi sananlar bilsinler ki, bu kulüp ilk yıllarında padişah tarafından kapatılmış, İstiklal Savaşı'nda neferlerini kaybetmiş, tarihi boyunca bir çok bunalımdan geçmiş fakat her zaman küllerinden yeniden doğmuştur. Bugün Fenerbahçe'nin küme düşürülmesi için ellerinden geleni yapanlar unutmasınlar ki bir gün bu devran dönecek. Eğer Fenerbahçe küme düşürülürse çok pişman olacaksınız, ama eğer düşürmezseniz daha da pişman olacaksınız. Çünkü artık karşınızda çok daha güçlü bir camia var.
Futbolda deprem, Deniz Feneri davası, Diyarbakır'da terör saldırısı ve 13 şehit, BDP'liler tarafından ilan edilen demokratik özerklik ve bu yoğun gündem arasından sıyrılarak ayrı bir gündem yaratan Hilal Cebeci ve panpişleri...
Gündemi göz önünde bulundurduğunuzda blog yazmaya başlamanın zamanlaması düşündürücüdür diyerek siyasilere selamımı çakıyor ve yayın hayatıma başlıyorum... Herkese hayırlı uğurlu olsun...